Cilt/Volume : 23
121. Sayı : Seramik

 

SADECE BİNALAR DEĞİL…
İletişimsizlik ve Yeniden Yapılanma

Ferruh UZTUĞ

Öğretim Görevlisi, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi

Günümüzde bir çok insan, insanî birçok özelliğimiz de saklı olan birliktelik, dayanışma ve paylaşmayı kaybettiğimizi düşünüyor. Hemen hepimiz, hayatımızı kolaylaştıran tüm modern gelişmelerin cazibesine rağmen insani ilişkilerinin, iletişimin eskiye oranla daha da kötüleştiğinden şikayetçi. Apartmanlarda birbirlerini tanımayan, selamlaşmayı bir yük gören, misafirliklerde televizyonu baş köşeye alıp bir çift laf edemeyen insanlara dönüşüyoruz. Kentleşme ve modernleşme ile birlikte geleneksel ve kapalı bir toplumun cemaat üyelerinden, özgür bireye doğru geçirdiğimiz değişim sürecinde eskinin o sıkıcı ilişkilerinde duyduğumuz öfkenin de bunda payı var hiç kuşkusuz. Bununla birlikte kendimize, topluma ve çevreye karşı ilgisini kaybetmiş, artan beklentilerini, sahip olmaya (mülkiyete) dayalı arzularını doyuramamanın hayal kırıklığı ile öfkesi artan insanlara dönüşüyoruz. Türker Alkan, yurt dışından dönen bir arkadaşına Türkiye’de en çok neyin dikkatini çektiğini sorduğundan, “İnsan ilişkilerinin sertliği” cevabını aldığını belirtiyor.

Anlamaktan çok ikna etmeyi, dinlemekten çok konuşmayı öne çıkaran insanlar olarak öfkelerimiz ve mutsuzluklarımız, hayatı daha derin, daha sağlıklı yaşama enerjimizi tüketmekte. Hepimiz yorgun, yılgın, sıkıntılı, sıradanlıktan şikayetçi heyecanını kaybetmiş bir yüz ve ruh halindeyiz. Kanımca işimizi kolaylaştırıyor bu ruh hali. Böylece olası paylaşımları, derinlikli sohbetleri gerçekleştirmememiz için ortaklaşa bir nedene ya da bahaneye sahip oluyoruz. Bu boyutlarıyla iletişimsizlik, bizi etkisiz, verimsiz ve mutsuz kıldığı gibi yaşama umudumuzu, hayatı değiştirme gücümüzü, kendimizi ve çevremizi geliştirme güdülerimizi köreltiyor. Bu nedenle, iletişimi sağlıklı ve etkin kıldığımız oranda sözünü ettiğimiz olumsuzlukların, aşılabileceğini düşünüyorum. Önce kendimizi, sonra çevremizi çevreleyen ilişkiler ağının tümünde temel bir işleve sahip olan iletişim, hayattan daha fazla zevk alma, daha üretken, daha mutlu bir çalışma ve özel hayat kurmanın ön koşuludur.

İletişimde paylaşımı, eşitlikçi bir yaklaşımla karşımızdakini dikkate alma, onu değerli kabul etme ile gerçekleştirebiliriz. Çünkü iletişim, iki kişinin duygu, düşünce ve bilgilerini paylaşarak birbirini anlaması ile ilgili bir süreçtir. Anlama çabasını, paylaşmayı ve uzlaşmayı hedefleyen bir iletişim, hayatı dönüştürme enerjisini ve sağlığını hepimize geri getirecek güçtedir.

Bu yazı, kaleme alındığında ülkemizde çok büyük bir felaket yaşanmıştı. Hepimizi sarsan bu felaket, yazılmakta olan yazının da çehresini değiştirdi. Belki baştan beri sözü edilen olumsuz tabloyu “lüks” bir soruna dönüştürdü. Diğer yandan bu felaket sonucunda ülke insanları olarak gösterdiğimiz dayanışma ve empatinin bir anlamda söylenenleri yalanladığı düşünülebilir. Gerçekten de çarpıcı bir dayanışma örneğini hem yurt içinde hem de yurt dışından gelen somut katkılar ve mesajlarda gözlemledik.

Kendimizi bir başkasının yerine koyma ve bunu ona hissetirme olarak tanımlanabilecek olan empatik iletişimin çok güzel örneklerini yaşadık. Hemen her kesin tekrarladığı “bir müsibet bin nasihattan iyidir” atasözüne bağlı olarak, Türkiye’nin her anlamda yeniden yapılanacağı yapılanması gerektiği konusunda büyük bir görüş birliğine vardık. Özcesi sorgulayan, öğrenen bir birey ve toplum olma yolunda kendi kendimize sözler vermeye başladık.

Vahşi kapitalizme bağlı tüketimci kültür, dengesiz gelir dağılımı ve çarpık kentleşme ile birlikte bu yazının başında olumsuz bir tablo içine yerleştirdiğimiz değişen değerler ve yaşam biçimlerinin yeniden yapılanacağı umudu sıkça dile getiriliyor. Bu umut, Türkiye insanının yurttaşlığı, sivil toplumu, kendine, diğer insanlara ve çevresine sahip çıkma gerekliliği ile tanışması olarak açıklanabilir.

Bu anlamda iletişim, değerlerin ve hayatı yaşama biçimlerinin yeniden yapılanmasında temel bir role sahiptir. Hayatı yeniden keşfetmek, daha duyarlı ve sağlıklı bir birlikteliği ve gelişmeyi sağlamak için iletişim becerilerimizin de binalarımız gibi ele alınması gerekiyor. Bu anlamda birbirlerine karşı acımasız, kırıcı, anlayışsız, farklılıklar arasında benzemezlikleri arayan, sürekli diğerlerini “ötekileştirerek” zayıf bir kendi var etme çabasındaki rekabetçi ortamdan uzaklaşmaktan söz ediyorum.

Ayrıca yeni bir sorgulamanın başlaması için de önemli fırsatlar söz konusu. Bireyler olarak da toplum olarak da hep kader kurbanı olmaya çok eğilimliyiz. Eyleyen, yapan ya da kuran özne olmaktan çok edilgin bir kurban olmayı daha çok seviyoruz. Bir çok olayı, kendi dışımızda arayan yaygın bir kültürel iklimde yaşadığımızı düşünüyorum. Olaylar karşısından kendimizin, sorumluluğumuzun dışında nedenler arama konusunda tarihsel bir birikime sahibiz. Özgür irade ile hayatı dönüştürmeyi sağlayacak enerjiyi toplamaktan ve harekete geçmektense kurban olmak bize daha kolay geliyor kanımca. Bu yüzden hayatı dönüştürme yolunda kendimizle ve başkaları ile iletişimden kaçıyoruz.

Kaçtıkça daha sıradan, daha derinliksiz bir hayatta sığ insan ilişkilerinde boğulma noktasına geliyoruz. Kasım 1996’da Adam Sanat Dergisi’nde Siyasi Kayıp başlığı ile demokrasi ve bireyin gerçek bir hayatta, insani duyarlılıkları üretememesini “it dalaşı” deyimi ile özetlemiştim. İt dalaşı, gerçekçi ve sağlıklı bir hayat düşüncesinden uzaklaşmayı, kendi üzerine kapanmış, hayatı anlama ve dönüştürme mücadelesi veriyormuş gibi yapmayı açıklamaktadır. O yazının esin kaynağı olan Marguerite Duras’nın siyasi kayıp tanımlamasının hayat karşısındaki kayıp insanları da içerdiğini düşünüyorum.

“Çoğu kimseye göre siyasi bakımdan gerçek anlamda yönünü kaybetmek, bir parti yapısının içine girerek bunun yasa ve kurallarına boyun eğmektir. Yine çoğu kimseye göre apolitiklik dendi mi, herşeyden önce ideolojik bir kayıptan, bir eksiklikten söz ediliyordur. Siz ne düşünüyorsunuz bilmem. Bana göre siyasi kayıp, herşeyden önce kişinin kendini kaybetmesidir, tatlılığı kadar öfkesini de sevme yetisi kadar nefretini de kaybetmesidir; ölçülülüğü kadar dikkatsizliğini de, tedbir kadar aşırılığı da, çılgınlığı, saflığı, cesareti kadar korkaklığını da, herşey karşısında duyduğu güven kadar kapıldığı dehşeti de, gözyaşları gibi sevincini de elden bırakmasıdır. Benim düşüncem bu” (Marguerite Duras, “Yeşil Gözler”).

Benim de düşüncem bu. Parçalardan çok bütüne yönlenen bir gözle hayata kendi özgür iradesi ile sarılan, umudu, acıyı, sevinci gerçek ve yaşanır kılacak bir iletişimin her alanda, ama öncelikle insan ilişkilerinde kurulması gereklidir. Hayatı, kendimizi, ülkemizi yenilemek için farklılıklar arasında benzerlikleri arayan insanlarla birlikte paylaşımcı, eşitlikçi, uzlaşmacı bir iletişim ortamını yeşertmemiz gerekiyor. Suçluluktan arınma konusunda başkalarını suçlamaktan vazgeçen ve sorumluluk alan yurttaşların en temel görevlerinden biri, böylesi bir iletişim ortamının gelişmesine katkı sağlamaktadır. İnsan olduğumuzu, birbirimize gereksinim duyduğumuzu hatırlayarak, farklılıklardan yaratılacak sinerji ile yeniden yapılanacak bir insan ilişkileri ortamında her şey daha kolay olacaktır. Modernizmin aşırı uzmanlaşmış ve parçalanmış bilgi ve eğitim anlayışından uzaklaşarak; her tür bilgiyi ve hayat deneyimini paylaşabileceğimiz bir Türkiye’ye yaklaşmak umuduyla.  

Adres:
Hatay Sokak No: 10/9
Kızılay 06650 ANKARA

Tel:  

 (312) - 425 41 60
 (312) - 419 38 18

E-Posta:

 Genel Merkez
  İstanbul Şube

Faks:

 (312) - 418 93 43


TÜRKİYE ÜNİVERSİTELERİ
ÜNİVERSİTELERİN METALURJİ, SERAMİK VE MALZEME BÖLÜMLERİ
Web Tasarım